20 Temmuz 2013 Cumartesi

Yapılan Tüm Müdahalelere Rağmen…



 Sertçe eski ve ahşap kapıyı çarpan genç kalmak istememişti odada, belki bu hiddetin sebebi sadece havanın bulutlu olması idi. Nemden ve su moleküllerinden süt dişleri çıktığından  beri hazzetmezdi.
 Ama hiç düşünmedi büyük bir gürültü ile kapanan kapının arkasında kalanların neler hissettiğini. Ufak bir mesele için onları kırmaya sahi; değer miydi?
 Neye mi çok sinirlenmişti?Önemli değildi ki dünyada belki binlerce insanın bir ses tınısı duymak için her şeyini verebilecek olduğunu unutarak Osmanlı'dan kalma bir Camii'de müezzinlik yapan babasına "Sesini duymak istemiyorum, yeter!" dedikten sonra...
 Halbuki günde beş vakit ezanda toplam otuz kere, senede ise on bir bine yakın "Allahuekber" dediğini duysa dahi yeterdi. İstemedi...
 Yetmezmiş gibi "Sizi görmek istemiyorum, beni yalnız bırakın!" diyerek bağırdı. Gerçekten kasttetiği bu muydu? Yazsan ansiklopedi olacak görme eyleminden onları görmek noktasında feragat mi etmek istedi?
 Sorduğu soruya defalarca da sorsa üşenmeden cevap verebilecek, onu karşılıksız olarak sevebilecek insanları cidden görmek istemiyor muydu?
 Yoo, söylerken onu demek istemedi belki ama söylediği şey tam olarak oydu!
 Gencin onu söylerken ne hissettiği neyi kasttettiği değildi önemli olan, karşı tarafın ne anladığıydı mesele ve genç "Görmek İstemiyordu!"
 Derken kapanan kapının arkasında bir feryat koptu. Yaşlı adam yere yığılmıştı. Gömleğinin cebindeki gözlük dışarı çıkmış ve kulakları sağır edercesine çalan ambulans sirenlerinin ardından, "yapılan tüm müdahalelere rağmen" kurtarılamamıştı.
 Kalp yetmezliği dediler sebebine. Ellerine verdikleri kâğıtta öyle yazıyordu. Modern tıp henüz kalp kırıklığını kâğıda dökebilmeyi başaramıyordu çünkü.
 Genç; nereye gideceğini,ne yapacağını, kafasını hangi duvara vuracağını bilemez bir şekilde morgun önünde beklerken, yanında o bağırıp çağırırken genci sakinleştirmeye çalışan annesi, bu sefer hiç bir şey söylemeden ifadesiz bir şekilde duruyor, boş bir bakışla gence bakıyordu.
 Morgun bulunduğu hastanenin çatı katı epeyce yüksekti. Atlarsa "sakat kalmayacağı" kesindi.Düşündü...Sonra vazgeçti. Annesine bir de bunu yaşatacak değildi.
 Asabiyeti ve söyledikleri en sevdiğinin hayatına mal olmuştu peki neydi onu sinirlendiren? Çay mı dökmüştü ihtiyar, gencin tablet bilgisayarının üstüne, ya da en son çıkan modelde bir cep telefonu için biraz daha zaman mı demişti? Artık bi önemi yoktu. Dua kapılarını açık olduğu o anda gencin duası kabul görmüştü.
 "Görmeyecekti", "duymayacaktı" da artık, onu ve eşinin ölümünden sonra bir daha hiç konuşmayan annesini…
 Genç bir şey öğrendi o günden sonra. Çok "pahalı" öğrendi ama iyice belledi bunu.Bir fiilin ardından "İstemiyorum!" demeden önce milyonlarca kez düşünmesi gerektiğini en sevdiğinin hayatı ile tecrübe etti…
 Peki biz?
 Söylemek istediklerimizi mi söylüyoruz hep. Hissettiğimiz şeyleri söylememek nezaketten,utançtan, ya da kibarlıktan olabilir.Yemeği beğenmediğimizi söylemek istemeyebiliriz mesela, susuz hissetsek de ses etmeyiz ev sahibine.
  Ama ya hissetmediklerimizi sertçe karşı tarafa aktarıyorsak telafisi nasıl olur?
 “ Nasıl olsa bir iki saat içinde sakinleşir, özür dilerim bir şeyi kalmaz” derken bir iki saatin garantisi aldığımız yer neresi?
“Yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayacak” "İstemiyorum!"larımız ve desibel rekorları kırdığımız ses tonumuzdan önce bir kez daha düşünmenin "hayat kurtarıcı" bir tedbir olacağı görüşündeyim insan ilişkilerimizde.
 Zira neyi “istemediğini” bilmek neyi “istediğini” bilmekten çok daha önemli bence…


Not: Bu hikayedeki kişiler ve olaylar tamamiyle hayal ürünüdür, ve umarım hiç bir vakit gerçekleşmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder