27 Mayıs 2013 Pazartesi

"Taş ve Katran"



Bizim motivasyonsuzluğumuzdan mıdır bunca insanın zulüm altında kalışı, yoksa elimizden bir şey gelmeyişinden midir? Bu soruyu doğru olarak yanıtlamadan vicdanen rahatlamayacağımız, cevaplayıp bir aksiyon yaratmadıkça da bu içsel sesin azabından kurtulamayacağımız kanaatindeyim.
Yerdeki, gökteki ve hatta İhsan Eliaçık’ın tabiriyle şüphesiz “yastık altında” ki bütün mülk Allah’ın. Emanetçiler olduğumuz konusunda tüm inanç sistemleri ile ortak paydada buluşuyoruz. Ancak malın emanetçiler arasında paylaşımı yüne “emanetçi” olan insan eli ile olduğundan adaletsizlik doğuyor; insanın elini attığı her noktada olduğu gibi.
İlkeli küçümsemek, siyahı aşağılamak, Güney ve Doğu kavramlarını ötekileştirmek… Batı’nın yüzyıllardır yürüttüğü politika’nın ta kendisi. Hiçbir medeniyet ibaresi olmayan yerleşiklerdeki kabile reislerine dahi en “modern” silahları vererek özünde “taş ve katran” olan elmas ve petrolü sömürmekten başka bir hedefleri olmayan “modern” insanların tanımını şair ne güzelde yapmış. “Tek dişi kalmış canavar!” Her canavar gibi bu canavar da hakkı olmayanı zorla alıyor ve her canavar gibi beslendiği yegâne şey kan.
Peki, bu canavar karşısında bizim yaptığımız dönen çarkın bir dişlisi olmak mı, yoksa çarka ufak da olsa bir çomak sokmak mı? Devletler, hükümetler yahut uluslararası kuruluşlar bazında bahsetmiyorum. Ya da şu ürünü almayalım, şu mağazadan alışveriş yapmayalım noktasında da değil bahsettiğim. Onlar olması gerekenler ve bazen irademiz dışında gelişen eylemler. Daha bizim olan bir şeyden bahsediyorum.
Dua ediyor muyuz mesela? Kim için mi?
Çeşmeyi açtığımızda litrelerce su akıp giderken, suya hasret çocuklar için. Sıradan bir ürünmüşçesine kolay erişebildiğimiz ilaçları kullanırken, basit hastalıklardan kırılan insanlar için. Masa başı görevimizde para kazanırken, sadece 1 tabak yemek için kas gücü sömürülen kardeşlerimiz için, kolaylıkla eriştiğimiz kitapları okurken, eğitimden mahrum gençler için. Bu insanların vebali altında ezilmekten korkarken, kendimiz için. Ediyorsak da bu yazıyı okuduktan sonra ve bu gece yatağa girdiğimizde daha çok edelim. Dua edelim ki zalimin bu zulmü artık kırılsın. Dua edelim ki zincirin halkası kopsun ve bu esaret bitsin. Dua edelim ki vicdan yoksunları sahip oldukları “taş ve katranın” altında ezilip, boğulsun. Ve dua edelim ki “Yenilgi yenilgi büyüyen zafer”lerimiz olsun inşallah.

21 Mayıs 2013 Salı

Üçgen Daire Kare Oyunu

Yanlış bir bakış açısı ve hatalı bir zihniyet ile bakıldığında fevkalâde bir ceketin tamamlayıcısı olan düğme deliklerini, ceketi değersiz kılacak birer yırtık, birer kusur olarak algılamak mümkün. Kafamızda kodladığımız belli  "verilere" göre karar verşimizin dehşete düşüren bir örneği aslında bu.
 Üçgeni üçgene, daireyi daireye, ve kareyi de kareye oturtmaya çalışır mantığımız. Çünkü, başımızın ağırlığını boyun kaslarımız taşıyabildiğinden beri meşgul olduğumuz o "malum" oyuncak bize şunu öğretmiştir: Üçgen üçgendir.!".
 Peki her üçgen aynı mıdır? Sorgulamayız. Üçgeni ölçen yığınla geometrik terimi bir kenarı iterek, o üçgeni o delikten sokmaya çalışır, girmeyince de suçu "oyunda" buluruz. Bu oyunu sadece geometrik şekillerde mi oynuyoruz sorusunun cevabını insanı da fraktal geometri dahilinde sayarsınız evet diye yanıtlamak mümkün.
 O kalıplara insanları da uydurmaya çalışarak, en iyi bildiğimiz oyunu oynamaya devam ederiz, çünkü her daim kalıpları tüketmek yeni kalıplar üretmekten daha kolaydır. Her birey için ayrı kalıp üretebiliyor muyuz?
 Yaptığı işe bi kaç adım geri atarak tekrar bakmalı insan, neden mi? : "Ne kadar yakından bakarsan, o kadar az görürsün."