17 Temmuz 2013 Çarşamba

Karabiberi uzatır mısınız?


Muntazam bir sofrada çok kaliteli bir porselen tabağın ortasına özenilerek konulmuş, yanı çeşitli şekillerde süslenmiş tereyağında ağır ağır piştikten sonra güzelce demlenmiş lezzetli olduğu kadar hoş da gözüken bir pirinç pilavı önümüze geldiğinde soracağımız yegâne soru:”Karabiberi uzatır mısınız?” Peki neden? Sahi karabiberi sevdiğimizden mi bu soruyu soruyoruz? Yoksa vaktiyle Hindistan kökenli bu baharatı seven birisi hiç alakasız olmasına rağmen bembeyaz pilavın üzerine bunu serpip afiyetle yediği için mi?
  Amacım sizi şu mübarek Ramazan gününde acıktırmak yahut gurmelik taslamak “Efendim,pilav öyle yenilmez böyle yenilir.” demek değil haşa.Niyetim bu örnek üzerinden bir soru sormak. Sahiplendiğimiz ve bizim olarak nitelediğimiz duygu, ve olaylar karşısında ki reaksiyonlarımız ne kadar bizim olduğumuzu hesaba çekmek gerekmez mi?
 Duygularımıza yön verip bizi mutlu yahut mutsuz yapan şeylerin gerçekten “bizi  mi” mutlu ya da mutsuz eden şeyler olduğunu sorgulamanın üzerimize bir vazife olduğunu düşünüyorum.  Yetiştiğimiz değer-yargı sistemine göre olaylar karşısında tavır aldığımız aşikâr ancak, ya “batı” orijininde gelişen bu sistem yanlışsa. Duygularımızı yönlendiren pusulanın derecesi biraz olsun bozuksa? Yani “ya tuz da kokuyorsa”?
 Güldüğümüz şeylerin ne kadar gülmek istediğimiz şeyler olduğunu hiç düşünmeden onlara kahkahalar atmak yahut sahte acılar içinde yatağın içinde depresyon ilaçları almak... Eylemlerin samimiyetini sorgulamıyorum, insanları riyakâr olarak yargılamak kimsenin haddine değil. Bahsettiğim bu yoğun duyguları bize yaşatan düşünce sisteminin altyapısı.
 İçine doğduğumuz ve her saniyesinde etkisi altında kaldığımız bu sistem ya bize birer köle olduğumuzu ve Firavun olmadığımız için üzülmemiz gerektiğini öğütlüyorsa? Ve biz de hayatımızın her anında neden “firavun” değiliz diye hayıflanıyorsak? Güç elimize geçip Firavun olduğumuzda ise yaptıklarımız ile gurur duyuyorsak?
 Bu kafa karıştırıcı ve düşündürücü sorulardan kurtulmanın tek çözümü kendi kültürümüz ve inancımız altında kendi mutluluk ve hatta kendi mutsuzluk değerlerimiz oluşturmaktan geçiyor. Firavun olamadığımız için değil, bir Firavun olduğu için hayıflandığımız bir sistem…
 Bu sistem pilavı belki yine karabiber ile yiyeceğimiz bir sistem olacak. Ama neden karabiber ile yediğimizin bir cevabını içinde mutlaka barındıracak. Bu da ancak  “ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin” ve gördüğü bu kılı gözünü kırpmadan çekip alacak kadar cesur bir toplum  ile mümkün.
Taşın altına elimizi ve hatta gövdemizi koymalıyız…
Yoksa uzun yıllar daha sebepsiz yere karabiber yemeye devam edeceğiz gibi…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder