25 Mart 2014 Salı

Seyahatname


 Herkese merhaba; misakı milli sınırlarını dahi geçerek yurtdışına ilk gezimi yaptım. 5 günlük gezi boyunca; Bologna ve Venedik şehirlerinde bulunduk. Sabiha Gökçen'den kalkan uçağımız, Bologna havalimanına indi gayet heyecanlıydık. Hemen şehir merkezine geçmek üzere bir taksiye atladık ve taksi 5 kilometrelik mesafeyi 15 € gibi bir fiyata geldikten sonra şunu anladık ki İtalyan taksiciler el sıkışmaktan pek haz etmiyor. 
 Ardından şehrin sokaklarında kaybolmaya başladık. İnsanın yaşarken yapması gereken bir şey olduğunu söyleyebilirim insan dilini ve insanını bilmediği bir şehrin sokaklarında kaybolmalı. Harika şeyler keşfediyorsunuz. Mesela dünyada şuana kadar yediğimiz en iyi çileği ve ricotto yani bir tür peynirli dondurmayı yedik. Suya para vermemenizi onun yerine bulduğunuz bütün çeşmelerden su içmenizi tavsiye ederim, bizdekinin aksine belediyeler fıskiye değil hayrat yapıyor ve hepsinden içilebilir su akıyor. Meşhur meydanları gezdikten sonra Venedik'e geçmek üzere trene atladık ve takriben 2 saatlik bir yolculuk sonrası ulaştığımız şehirde bizi arkadaşımız karşıladı ve şehrin büyüleyici manzarasından sıyrılıp dar ve bir o kadar da tarihi sokaklarda gezdik. Türkiyeli bir ustanın yaptığı ve İtalya’da nam salmış ve İtalya’nın en iyi pizzasını yedik pide değil pizza, usta ise Antepli bir abimiz ve 5 dil biliyor.:) ve kahveler... bir harika o kadar ki Venedik gibi bir şehirde starbucks yok çünkü ihtiyaç yok kokusu ve sertliği harika kahveleri mevcut. 5 günde neredeyse 10 cappucino 10 americano içmişizdir. Aynı zaman da bu kahveler ucuz 1,5 2 € arası. Söz kahveden açılmışken siz garsonla göz göze gelmeden asla bir isteğiniz var mı diye sormuyorlar. 1 kahve ile 3 saat oturabilirsiniz. Kötü kötü bile bakmazlar; denedik:). Evimiz lido da idi burası tarihi mekanların biraz dışında sessiz sakin tam bir emeklilik hayatı yaşamı üzerine kurulan ve herkesin köpeğinin olduğu bölge ve buraya vapur ile geçiliyor. Manzara harika ayrı mesele. Yolculuk sırasında şehrin bütün güzelliklerini görüyorsunuz günde yaklaşık10-15 kilometre yürüdüğümüz yolların yanında böyle geçmek harika hem bu pahalı olan gondolların da yerini tutuyor.50€ olan gondollara talep sanıldığı kadar yok. Tek Tük çiftler ve Japon turistler biniyor. bu bahsettiğim toplu taşıma aracı 7€. Ancak şöyle bir durum var ki; hiç bir şekilde gişe yok ve kontrol de yok 7€ ya bilet alırsanız alıyorsunuz; yoksa kimse size bir şey sormuyor, kötü kötü bile bakmıyor aynı durum otobüslerde de geçerli biletsiz binmenin bir cezası mevcut tabiki ama Osmanlı ile ticaret yaptıklarından beri bu cezadan yiyen yok. Şaka bir yana şehirler arası trenlerde de aynı şey geçerli. İnsana güven 10 üzerinden 10 ; üstünden atlanacak bir turnike dahi yok. 24 saat hizmet veren toplu taşıma araçları "god is everywhere" mottosunu taşıyor. Şehir bir harika. Köprüleri, Osmanlının Venedik'te saraylara dahi kazınan ve resimlendirilen Aziz hatıraları:) ve en önemlisi insanları. Bakın bu noktayı bir Avrupa hayranlığı olarak almayın anca, İnsanlar, insanca yaşıyor. Medeniyet bizden onlara gitmiş evet doğru; ama bir daha gelmemek üzere. Gösteriş meraklısı asla değiller. Kaldırımların sadece eskiyen yerlerini tamir ediyorlar güzel ve mütevazi giyiniyorlar. Neredeysse Türkiye’nin toplam turisti kadar turist çeken bu şehirde bir kirlilikten bahsetmek mümkün değil. 5 günlük İtalya seyahatimiz sırasında hiç bir korna sesi duymadık. Yaya geçitlerine gözünüzü kırpmadan atlayabilirsiniz çünkü üstünlük sizde. Şehirlerde bisiklet ve motosiklet yoğunluğu mevcut. Ve bunlar son model lüks araçlar değil. İnsanına gelince oldukça samimi ve sıcak kanlı. Ekmek aldığım bakkal ile muhabbetimiz sonrası yağmur yağdığı için bana şemsiye hediye etmesi, ortalama bir İtalya insanının nasıl olduğunu gösterir sanırım. Venedik'te gezmenin uzun sürmesinin sebebi dar sokaklarda kaybolmak, ancak yanımızda Mahmut kardeşimiz, ki kendisi 3 aydır orada yaşıyor, olduğu için kendi semtiniz gibi kısa sürdü. Her şeyi elimizde koymuş gibi bulduk. Bakmaya ve fotoğrafını çekmeye doyamadığımız o harika evlerin içi yıkılıp baştan yapılırken dışına asla dokunulmuyormuş. Şehirlerde saat kuleleri, çan kuleleri, ve kiliselerde daha yüksek hiç bir yapı yok. "Siluet" yüzyıllardır aynı. Şehir çok pahalı değil, parayı Türkiye deki kur ile çarpmaktan vazgeçtiğinizde aslında ucuz bile olduğunu anlıyorsunuz. 5€ ya doyasıya yeyip ardından 1 € ya kahvenizi alabiliyorsunuz. Ancak ekmek kültürüne sahipseniz aç kalmanız olası. Bizim 2 kişi için aldığımız ekmeği insanlar 5-6 kişilik bir aile için üretiyor. Emin olun bizim fazla yememizden kaynaklı değil.
 Dediğim gibi gayet anlayışlı insanı ve devlet memurları, size olduğunca yardım ediyor. Bildiği kadar İngilizcesi ile yol tarifi alıyorsunuz ve İstanbul, merhaba diyor:). Yabancılık çekmiyorsunuz. İşin güzel tarafı ise sokakta ve araçlarda "rahat rahat" konuşabilirsiniz. Ama bir Türk çıkarsa yanınızdan sorumluluk kabul etmiyorum:). Hediye ve gri dönüş için iki tavsyem olacak: Pek  çok hediyelik eşya satan dükkan var ve fiyatlar değişken; pazarlığa pek yanaşmıyorlar ama zaten fahiş bir fiyatta mevcut değil. Bolca dükkâna girmekte fayda var Dönüş için tavsiyem ise anadilini bilmediğiniz bir ülkedeki havaalanına biraz daha önceden gidin, ufak sorunlar yaşamamak için. Böyle geziler sonrası en önemli anlaşılan ise, sınır diye bir şey yok siz onları kafanızda çiziyorsunuz. Ve ne kadar kalın çizerseniz yıkması geçmesi o kadar zor oluyor. Hadi 1 ay sonrasına ucuz bir bilet alın, gidin ve bilmediğiniz sokaklarda kaybolun! Kaybolunacak çok yer, tadılacak çok lezzet, ve muhabbet edilecek çok tanımadık insan var. Zaman ise az. Haydi yeni sekmede uçak bileti bakmaya:)Gezinin fotoğraflarına Buradan ulaşabilirsiniz. Kalın sağlıcakla.

Arrivederci J

14 Mart 2014 Cuma

İnsan Soykırımı

Evde aynaya karşı değil de; kalabalık bir grup karşısında konuşurken ki heyecanını hatırla. Çok susuzken ve iftara 1 saat var zannederken ezanı duyduğun andaki mutluluğu hatırla. Radyoda çalan o “harika” şarkıyı ve o gelişmiş, dokunmatik, müzik çalarından aynı hazzı alamayışını hatırla. Sevdiğin o komedyeni canlı izlerken her anına gülmen ve aslında manasız olan esprileri hatırla.
Ve sonra ölümlü olduğunu ve iyi ki de ölümlü olduğunu hatırla.
Daha çok tat alman yediğin meyveden, aslında en acı olan ölüm yüzünden.
Erteleyemeyişlerin, durduramayışların, “dokunamayışların” telefonuna yaptığın gibi...
Kötü mü peki?
Milyonlarca yıl sonraya erteleyebileceğin her işi bugün yapma sebebin.
Tarih öğretisinde anlatılan o mağaradan çıkıp, bişeyler icat etmenin sebebin…
Vaktin sayılı olduğu için tekerlek, sadece gündüzleri bekleyemeyeceğin için ampul, hastalandığın için antibiyotik…
Her ne kadar belini büküyor gözükse de; emeklemek yerine dik durmanı, ve yürümeni ve o da yetmez deyip daha hızlı olmanı ve koşmanı…
İnsanların artık nezle ya da gripten yahut veremden ölmeyişi…
Saati icat etmen, kumdan olan ile değil Rolex ile gezme isteğin hepsi bu yüzden.
Motivasyon oluyor bizlere bu acı duygu, asırlardır. Zamanın da bir gün tadacağı bu duygu aslında zaman ile yarışta en büyük “destekçimiz”.
En ironik tarafı da unutturuyor kendini.
Bundan 100 yıl sonra çaresi bulunacak bir hastalık için insanlar ölürken biz bambaşka şeylerle birbirimizi kırmaya devam ediyoruz.
Hayatta bu “diklikte” olma sebebimizi unutup daha fazla acı daha fazla “zaman” için yine ölümü kullanıyoruz. Ama bu sefer kendi hayatımız değil başkalarınınkiler üzerinden.
İnsan “ırkı” olarak kendi elimle kendi “ırkımıza” soykırım yapıyoruz.
Hem de bu yazıyı görme şansı elde eden 7 milyar insanın, bundan yalnız ve yalnız 1 asır sonra nefes almayacağı gerçeğine rağmen.
“Şüphesiz ki bunda dinleyen bir millet için büyük bir ibret vardır.