7 Ağustos 2014 Perşembe

90 Günde Avrupa


                                     

3 ay, 90 gün, 30.000 kilometre katedilen mesafe, 6.000 fotoğraf, 14 ülke, 30 şehir, onlarca yeni insan, yüzlerce sıkıntı, binlerce anı…
 Uyuma eylemini açıkhavada icra etiğimiz “dışarıda geçirilen” 15 gün. Onlarca tren bileti, otobüs yolculukları, uçak seyahtleri, otostoplar, özel arabalar, taksiciler, “kaçak” yapılan seyahatler, sivil polisler…
 Açık wi-fi bulunca ki o gülümseme dinlenmek ve tuvalet ihtiyaçları için bir şey almadan oturulan Starbucks’lar, rastlaşılan Türkler ile memleket özlemi gidermece, peynir ve ekmeğin tadı bile değişikken anne yemeklerini özlemece…
Çeşmelerden doldurulan termoslar, sıcaklayınca kafa yıkanılan çeşmeler, değişik saç modelleri, iftar ve sahuru üstüste 3 gün aynı ülkede yapamama sorunsalı…
Tek kelime ile harikaydı.
Ülke ülke şehir şehir detaylı bir yazı yazarak haddim olmayarak bir “kitapçık” hazırlamak istemedim. Bunun yerine daha çok genel bir değerlendirmenin efektif olacağı görüşündeyim.
Batı hayranlığı filan değil aksine, dünyanın neresi olursa olsun bilmediği sokaklarda kaybolup kaybolup yolunu bulmak harikaydı.
Bir daha ömrüm boyunca böyle bir fırsatım olmayacağını bildiğim için harikaydı.
Planlamadan çıkın ve kaybolun!
Hiçbir otel size eifelin altında uyuma imkanı sunmaz. Tamam biraz soğuk ama lükse bakar mısnız?
Basel’de Türk abilerimizin eylemine denk gelişimiz, Oslo’da şifalık tek bir Türk bile bulamadığımız, Camp Nou’da birbirini hiç tanımyan 3 Beşiktaş’lı olarak Siyah Beyaz Çektiğimiz için harikaydı.
Bratislava’da dondurma yediğimiz caddesinin en merkezi yer olduğunu öğrenmemiz hayal kırıklığı yarattığı için harikaydı ve Roma’da Cuma vakti klima altında bir camide yatabildiğimiz için harikaydı.
1 Haziran’da Berlin’de üşüdük mesela, Norveç’te Temmuz ayında hava kararmıyormuş gördük, Brüksel aslında Afyon Emirdağ’ın bir beldesi olmaya adaymış.
Sırbistan’ın yolları lastik patlatmamıza “vesile” olacak kadar berbat; Bulgaristan ise “komşi, komşi” sempatikliği ile “hediye” isteyecek kadar bize yakınmış.
Ne Floransa anlatıldığı kadar şiirsel, ne de Pisa kulesi zannettiğimiz kadar “düz” müş.

Bologna’da dünyanın en iyi dondurması varmış mesala, Roma dondurmasına inat, Trieste’de de İtalya’nın en iyi pizzası. Venedik zaten artık sokak sokak bizden sorulur. Ljlubliana’da Türk kültürü yaygın, baklava börek ve dahası…
Dönüşü ise geze geze kara yolu ile yapmanızı öneririm. Eğer kara yolculuğu ile ilgili büyük sıkıntılarınız yoksa, çok daha keyifli ve ufuk
açıcı.
Yemek içmek çok problem mi diye sorarsanız maksat karın doyurmaksa kesinlikle değil. Ulaşım ise öylesine basit ki kaybolmak imkansız. İnsanlar sıcakkanlı ve yardımcı olmaya çalışıyor. Genel kanının aksine herkes ingilizce bilmiyor ama herkes yardımcı olmaya çalışıyor. İstanbul haricinde bilinen diğer bölge ise Kapadokya. İnsanlar süper zeka değil, sürekli içmiyorlar, tertemiz değiller ama kokmuyorlar da hoşgörü abidesi değiller ama sürekli kavgada etmiyorlar. Bir çubuk krakerle doymuyorlar ama dünyayı da yemiyorlar. Yerde para bulunca alıyorlar ama cüzdan da çalmıyorlar. Anlayacağınız sadece insanlar. Aynı bizim gibi...
Ömrümün en güzel 3 ayını geçirdim. Uzun lafın kısası olarak şunu söyleyeyim; ismini duyunca kafamızda bir şeyler canlanan o şehirler ne anlatıldığı kadar mükemmel ve şiirsel, ne de görülmeye değer olamayacak kadar kötü.
Asıl mesele sizde bitiyor. Asıl mesele anı biriktirmek. 30 yıl sonra geriye yaşlı gözlerle baktığında ufak bir gülümseme oluşturabilmek.
Ve fotoğraflara baktığında, iyi ki demek…
Tek başıma yapabileceğim şey sadece evden oturmakken sıkıntıyı birlikte çekerek “”tarihi” gezmemize daha çok vesile olan tarihçi kardeşim ve artık daha çok kardeşim Cihan Turan’a da burdan çok teşekkürler.
Mermerde yatarken bile mermerin  daha yumuşak yerine yatmamı sağlayan hiç değilse bunu arzu eden bir arkadaşım değil kardeşim var =)
Birlikte ayakkabı eskittiğiniz insanlar iyi ki var…
Binlerce fotoğraf içerisinden bana göre en güzellerini ayırarak Facebook profilimden paylaşıyorum link de burada Albüm açık herkes bakabilir. Son söz olarak da, dünya sadece bizim penceremizden ibaret değil; onlarca farklı kültür ve onun misli misli de yaşam tarzları var. Kitaplardan okuduğunuzu, insanlardan dinlediğinizi boşverin. Gidin ve görün emin olun ki yemeği yemek onu dinlemek yahut okumak ya da resmine bakmaktan çok daha keyifli. ve bir şehri hiç beğenmediğinizi söylemek onu bir kitaptan okuyup hayran kalmanızdan çok daha tatmin edici.
Kalın sağlıcakla… =)



14 Mayıs 2014 Çarşamba

SOMA İÇİN BÖLÜNELİM


Bölünelim.
Evet hemen bu pazar ayın 18 inde bir referandum yapalım ve ayrılalım birbirimizden. 
Yeter çünkü.
Kürtler ve Türkler olarak değil ama bu bahsettiğim bölünme. Alevi ve sünniler arasında da olamayacak. Dindarlar ve laikler, CHP liler ve Ak Partililer olarak da bölünmeyeceğiz. Siyasi bir şey olmasına bile gerek yok, ya da bir sinir cizmeye... Sadece birbirimizi bir daha görmeyeceğimiz yerlerde yaşayalım.
Hemen bölünelim vicdanlılar ve diğerleri olarak.
Ayrılsınlar onlar. Ülkenin en güzel yerlerini alsınlar; yalıları, deniz manzaralarını, verimli vadileri, sanayi bölgelerini.
Hemen ama bu pazar olmalı bu iş.
Saatler sonra sağ olarak dışarı çıkarılınca kaldığı karanlıktan; ilk aklına gelen sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak olan Abi'm ile yokluğu paylaşırım ben. Ya da bunu okurken gözünden yaş gelen kardeşimle, en kurak arazilerde zorluk çekerim.
Diğerleri gitsin nereye isterlerse...
"Bu işi başbakan yaptı, katil odur" diyen sözde muhalif de, "hayır bu iktidarı düşürmek için bir oyundur." diyen sözde partizan da... Gidin ve birlikte o politik dünyanızda yaşayın. Ben eminim ki çok iyi anlaşacaksınız. Çünkü "değersizliğiniz" aynı birbirinizle...
Nereyi isterseniz alın orayı. Yeter ki düşün yakamızdan artık.
Benim acım var, bizim acımız var...
Ben o eli yüzü fiziki olarak kararmış pürü pak abilerim için dua eden, inandığı en kutsal değere yalvaran herkesle ülkenin her yerinde yaşamaya varım. 
Allah onlara rahmet eylesin bize sabir versin, digerlerine ise akıil fikir ihsan eylesin.
Hadi şimdi sadece ve sadece acımızı paylaşıp, sessizce ağlayalım.
Abi'lerimizin, kardeşlerimizin ve bürün ahirete göçenlerin ruhu için El-Fatiha!

6 Nisan 2014 Pazar

"Çok Fonksiyonlu Hayatlar"

 

Doğu ile batı aynı anda aydınlık olmaz, yalan ile gerçek bir arada bulunmaz, ölümle yaşam da aynı bedende…

Ben ile biz bir cümle içinde kullanılmaz, vefa ile ihanet, kuraklık ile su bir araya gelemez…

Duran bir araba aynı zamanda gitmez, yer çekiminin olduğu bir ortamda atılan kalem asılı kalmaz… Yatan bir insan aynı anda ayakta olamaz…

Zıt kavramlar oldukları için değil, birisi mutlak iyi birisi mutlak kötü olduğu için hiç değil…

Mandalina ile can eriği aynı tabakta da yer almaz mesela, ya da greyfurt ile karpuz …

Kar yağarken dondurma yenilmez, denizden çıkınca da battaniyeye sarınılmaz…

Su +25 santigrat derecede donmaz, kaynayan suya el sokulmaz. Pişmiş aşa su katılmaz, renkliler beyazlarla birlikte yıkanmaz…

Bir tornavida hem çekiç hem açacak olamaz.

Çok fonksiyonlu alet edevatlar bir işe yaramaz…

Sağ kulağına kaçan suyu çıkarmak için, sola eğdiğinde başını; sol kulağına gider su damlacıkları. Onlar hain değil, o damlacıkların suçu değil… Sadece olur.

Her şey gibi…

Bir durum olmazken diğerinin olması gibi…

Tezin ve antitezin hiçbir zaman aynı anda gerçekleşemeyeceği gibi…

Bilmemiz beklenmeyen şeyleri bilmemizden ötürü bütün dert ve tasalarımız, açıklayamayacağımız şeyleri fazlasıyla bilmemizden…

Annemin en sevdiği porselen kâsesi ile Okyanusunu ölçmeye ve ona değer biçmeye çalışmamdan oluyor bu. Hem annemin kâsesine yazık oluyor hem de bir sonuca varamadıkça kendime…

Açıklama getirme ve hüküm verme hastalığına yakalandık, geçmiş olsun hepimize ve bu bir salgın…

Hâlbuki biraz rahat bıraksak her şeyi, sadece rolümüzü oynasak ne renkliler ile beyazları aynı anda yıkayabileceğimiz deterjanlar üretmemize gerek kalacak, ne de erikle aynı anda olgunlaşan mandalinalar yetiştirmemiz gereken seralara…

Çok fonksiyonlu alet edevatlar üretip satın alıyoruz, hiçbir fonksiyonu olmayan; ve çok fonksiyonlu hayatlar yaşıyoruz aslında hiçbir fonksiyonuna sahip olamadığımız ve olamayacağımız…

Bütün detayları ile anlayıp, rasyonel sebepler bulmaya çalışmayalım her şeye. Çok fonksiyonlu yaşmak niye? Yığınla ihtiyacımıza yaramayacak bilgiyi yüklenip kendimizce yorumlama çabasına gitmeyelim… Bir sefer olsun “faydasız ilimden O’na sığınırım” diyelim.

 Ne diyor güzel insan Onur Ünlü: ”Absürt dediğiniz şey bizim doğamıza uygun bir şeydir çünkü dünyada olmak kendi başına saçmadır. Burada olmamızın geçerli, rasyonel hiçbir sebebi yok.

25 Mart 2014 Salı

Seyahatname


 Herkese merhaba; misakı milli sınırlarını dahi geçerek yurtdışına ilk gezimi yaptım. 5 günlük gezi boyunca; Bologna ve Venedik şehirlerinde bulunduk. Sabiha Gökçen'den kalkan uçağımız, Bologna havalimanına indi gayet heyecanlıydık. Hemen şehir merkezine geçmek üzere bir taksiye atladık ve taksi 5 kilometrelik mesafeyi 15 € gibi bir fiyata geldikten sonra şunu anladık ki İtalyan taksiciler el sıkışmaktan pek haz etmiyor. 
 Ardından şehrin sokaklarında kaybolmaya başladık. İnsanın yaşarken yapması gereken bir şey olduğunu söyleyebilirim insan dilini ve insanını bilmediği bir şehrin sokaklarında kaybolmalı. Harika şeyler keşfediyorsunuz. Mesela dünyada şuana kadar yediğimiz en iyi çileği ve ricotto yani bir tür peynirli dondurmayı yedik. Suya para vermemenizi onun yerine bulduğunuz bütün çeşmelerden su içmenizi tavsiye ederim, bizdekinin aksine belediyeler fıskiye değil hayrat yapıyor ve hepsinden içilebilir su akıyor. Meşhur meydanları gezdikten sonra Venedik'e geçmek üzere trene atladık ve takriben 2 saatlik bir yolculuk sonrası ulaştığımız şehirde bizi arkadaşımız karşıladı ve şehrin büyüleyici manzarasından sıyrılıp dar ve bir o kadar da tarihi sokaklarda gezdik. Türkiyeli bir ustanın yaptığı ve İtalya’da nam salmış ve İtalya’nın en iyi pizzasını yedik pide değil pizza, usta ise Antepli bir abimiz ve 5 dil biliyor.:) ve kahveler... bir harika o kadar ki Venedik gibi bir şehirde starbucks yok çünkü ihtiyaç yok kokusu ve sertliği harika kahveleri mevcut. 5 günde neredeyse 10 cappucino 10 americano içmişizdir. Aynı zaman da bu kahveler ucuz 1,5 2 € arası. Söz kahveden açılmışken siz garsonla göz göze gelmeden asla bir isteğiniz var mı diye sormuyorlar. 1 kahve ile 3 saat oturabilirsiniz. Kötü kötü bile bakmazlar; denedik:). Evimiz lido da idi burası tarihi mekanların biraz dışında sessiz sakin tam bir emeklilik hayatı yaşamı üzerine kurulan ve herkesin köpeğinin olduğu bölge ve buraya vapur ile geçiliyor. Manzara harika ayrı mesele. Yolculuk sırasında şehrin bütün güzelliklerini görüyorsunuz günde yaklaşık10-15 kilometre yürüdüğümüz yolların yanında böyle geçmek harika hem bu pahalı olan gondolların da yerini tutuyor.50€ olan gondollara talep sanıldığı kadar yok. Tek Tük çiftler ve Japon turistler biniyor. bu bahsettiğim toplu taşıma aracı 7€. Ancak şöyle bir durum var ki; hiç bir şekilde gişe yok ve kontrol de yok 7€ ya bilet alırsanız alıyorsunuz; yoksa kimse size bir şey sormuyor, kötü kötü bile bakmıyor aynı durum otobüslerde de geçerli biletsiz binmenin bir cezası mevcut tabiki ama Osmanlı ile ticaret yaptıklarından beri bu cezadan yiyen yok. Şaka bir yana şehirler arası trenlerde de aynı şey geçerli. İnsana güven 10 üzerinden 10 ; üstünden atlanacak bir turnike dahi yok. 24 saat hizmet veren toplu taşıma araçları "god is everywhere" mottosunu taşıyor. Şehir bir harika. Köprüleri, Osmanlının Venedik'te saraylara dahi kazınan ve resimlendirilen Aziz hatıraları:) ve en önemlisi insanları. Bakın bu noktayı bir Avrupa hayranlığı olarak almayın anca, İnsanlar, insanca yaşıyor. Medeniyet bizden onlara gitmiş evet doğru; ama bir daha gelmemek üzere. Gösteriş meraklısı asla değiller. Kaldırımların sadece eskiyen yerlerini tamir ediyorlar güzel ve mütevazi giyiniyorlar. Neredeysse Türkiye’nin toplam turisti kadar turist çeken bu şehirde bir kirlilikten bahsetmek mümkün değil. 5 günlük İtalya seyahatimiz sırasında hiç bir korna sesi duymadık. Yaya geçitlerine gözünüzü kırpmadan atlayabilirsiniz çünkü üstünlük sizde. Şehirlerde bisiklet ve motosiklet yoğunluğu mevcut. Ve bunlar son model lüks araçlar değil. İnsanına gelince oldukça samimi ve sıcak kanlı. Ekmek aldığım bakkal ile muhabbetimiz sonrası yağmur yağdığı için bana şemsiye hediye etmesi, ortalama bir İtalya insanının nasıl olduğunu gösterir sanırım. Venedik'te gezmenin uzun sürmesinin sebebi dar sokaklarda kaybolmak, ancak yanımızda Mahmut kardeşimiz, ki kendisi 3 aydır orada yaşıyor, olduğu için kendi semtiniz gibi kısa sürdü. Her şeyi elimizde koymuş gibi bulduk. Bakmaya ve fotoğrafını çekmeye doyamadığımız o harika evlerin içi yıkılıp baştan yapılırken dışına asla dokunulmuyormuş. Şehirlerde saat kuleleri, çan kuleleri, ve kiliselerde daha yüksek hiç bir yapı yok. "Siluet" yüzyıllardır aynı. Şehir çok pahalı değil, parayı Türkiye deki kur ile çarpmaktan vazgeçtiğinizde aslında ucuz bile olduğunu anlıyorsunuz. 5€ ya doyasıya yeyip ardından 1 € ya kahvenizi alabiliyorsunuz. Ancak ekmek kültürüne sahipseniz aç kalmanız olası. Bizim 2 kişi için aldığımız ekmeği insanlar 5-6 kişilik bir aile için üretiyor. Emin olun bizim fazla yememizden kaynaklı değil.
 Dediğim gibi gayet anlayışlı insanı ve devlet memurları, size olduğunca yardım ediyor. Bildiği kadar İngilizcesi ile yol tarifi alıyorsunuz ve İstanbul, merhaba diyor:). Yabancılık çekmiyorsunuz. İşin güzel tarafı ise sokakta ve araçlarda "rahat rahat" konuşabilirsiniz. Ama bir Türk çıkarsa yanınızdan sorumluluk kabul etmiyorum:). Hediye ve gri dönüş için iki tavsyem olacak: Pek  çok hediyelik eşya satan dükkan var ve fiyatlar değişken; pazarlığa pek yanaşmıyorlar ama zaten fahiş bir fiyatta mevcut değil. Bolca dükkâna girmekte fayda var Dönüş için tavsiyem ise anadilini bilmediğiniz bir ülkedeki havaalanına biraz daha önceden gidin, ufak sorunlar yaşamamak için. Böyle geziler sonrası en önemli anlaşılan ise, sınır diye bir şey yok siz onları kafanızda çiziyorsunuz. Ve ne kadar kalın çizerseniz yıkması geçmesi o kadar zor oluyor. Hadi 1 ay sonrasına ucuz bir bilet alın, gidin ve bilmediğiniz sokaklarda kaybolun! Kaybolunacak çok yer, tadılacak çok lezzet, ve muhabbet edilecek çok tanımadık insan var. Zaman ise az. Haydi yeni sekmede uçak bileti bakmaya:)Gezinin fotoğraflarına Buradan ulaşabilirsiniz. Kalın sağlıcakla.

Arrivederci J

14 Mart 2014 Cuma

İnsan Soykırımı

Evde aynaya karşı değil de; kalabalık bir grup karşısında konuşurken ki heyecanını hatırla. Çok susuzken ve iftara 1 saat var zannederken ezanı duyduğun andaki mutluluğu hatırla. Radyoda çalan o “harika” şarkıyı ve o gelişmiş, dokunmatik, müzik çalarından aynı hazzı alamayışını hatırla. Sevdiğin o komedyeni canlı izlerken her anına gülmen ve aslında manasız olan esprileri hatırla.
Ve sonra ölümlü olduğunu ve iyi ki de ölümlü olduğunu hatırla.
Daha çok tat alman yediğin meyveden, aslında en acı olan ölüm yüzünden.
Erteleyemeyişlerin, durduramayışların, “dokunamayışların” telefonuna yaptığın gibi...
Kötü mü peki?
Milyonlarca yıl sonraya erteleyebileceğin her işi bugün yapma sebebin.
Tarih öğretisinde anlatılan o mağaradan çıkıp, bişeyler icat etmenin sebebin…
Vaktin sayılı olduğu için tekerlek, sadece gündüzleri bekleyemeyeceğin için ampul, hastalandığın için antibiyotik…
Her ne kadar belini büküyor gözükse de; emeklemek yerine dik durmanı, ve yürümeni ve o da yetmez deyip daha hızlı olmanı ve koşmanı…
İnsanların artık nezle ya da gripten yahut veremden ölmeyişi…
Saati icat etmen, kumdan olan ile değil Rolex ile gezme isteğin hepsi bu yüzden.
Motivasyon oluyor bizlere bu acı duygu, asırlardır. Zamanın da bir gün tadacağı bu duygu aslında zaman ile yarışta en büyük “destekçimiz”.
En ironik tarafı da unutturuyor kendini.
Bundan 100 yıl sonra çaresi bulunacak bir hastalık için insanlar ölürken biz bambaşka şeylerle birbirimizi kırmaya devam ediyoruz.
Hayatta bu “diklikte” olma sebebimizi unutup daha fazla acı daha fazla “zaman” için yine ölümü kullanıyoruz. Ama bu sefer kendi hayatımız değil başkalarınınkiler üzerinden.
İnsan “ırkı” olarak kendi elimle kendi “ırkımıza” soykırım yapıyoruz.
Hem de bu yazıyı görme şansı elde eden 7 milyar insanın, bundan yalnız ve yalnız 1 asır sonra nefes almayacağı gerçeğine rağmen.
“Şüphesiz ki bunda dinleyen bir millet için büyük bir ibret vardır.