Evde aynaya karşı değil de; kalabalık bir grup karşısında
konuşurken ki heyecanını hatırla. Çok susuzken ve iftara 1 saat var zannederken
ezanı duyduğun andaki mutluluğu hatırla. Radyoda çalan o “harika” şarkıyı ve o gelişmiş,
dokunmatik, müzik çalarından aynı hazzı alamayışını hatırla. Sevdiğin o
komedyeni canlı izlerken her anına gülmen ve aslında manasız olan esprileri
hatırla.
Ve sonra ölümlü olduğunu ve iyi ki de ölümlü olduğunu
hatırla.
Daha çok tat alman yediğin meyveden, aslında en acı
olan ölüm yüzünden.
Erteleyemeyişlerin, durduramayışların, “dokunamayışların”
telefonuna yaptığın gibi...
Kötü mü peki?
Milyonlarca yıl sonraya erteleyebileceğin her işi
bugün yapma sebebin.
Tarih öğretisinde anlatılan o mağaradan çıkıp,
bişeyler icat etmenin sebebin…
Vaktin sayılı olduğu için tekerlek, sadece
gündüzleri bekleyemeyeceğin için ampul, hastalandığın için antibiyotik…
Her ne kadar belini büküyor gözükse de; emeklemek
yerine dik durmanı, ve yürümeni ve o da yetmez deyip daha hızlı olmanı ve
koşmanı…
İnsanların artık nezle ya da gripten yahut veremden
ölmeyişi…
Saati icat etmen, kumdan olan ile değil Rolex ile
gezme isteğin hepsi bu yüzden.
Motivasyon oluyor bizlere bu acı duygu, asırlardır.
Zamanın da bir gün tadacağı bu duygu aslında zaman ile yarışta en büyük “destekçimiz”.
En ironik tarafı da unutturuyor kendini.
Bundan 100 yıl sonra çaresi bulunacak bir hastalık
için insanlar ölürken biz bambaşka şeylerle birbirimizi kırmaya devam ediyoruz.
Hayatta bu “diklikte” olma sebebimizi unutup daha
fazla acı daha fazla “zaman” için yine ölümü kullanıyoruz. Ama bu sefer kendi
hayatımız değil başkalarınınkiler üzerinden.
İnsan “ırkı” olarak kendi elimle kendi “ırkımıza”
soykırım yapıyoruz.
Hem de bu yazıyı görme şansı elde eden 7 milyar
insanın, bundan yalnız ve yalnız 1 asır sonra nefes almayacağı gerçeğine rağmen.
“Şüphesiz ki bunda dinleyen bir
millet için büyük bir ibret vardır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder