Mânâsızlıktan,
amaçsızlıktan, tekrar tekrar yıkılan hayallerden, can sıkıntısı olarak
adlandırdığımız büyük boşluğun içimize oturduğu, kaçacak bir yerin olmadığı denizsiz
bir şehirden iyi geceler hepinize.
İdealist
olmayı bırakalı daha çok uzun zaman olmadı bizim gibiler için. Şımaracak
kimsesi olmayınca koca bir adam oluveriyormuş insan. Doğrudur. Bir anda, gelen bir telefonla, söylenen bir
elvedayla, ağrı kesicilerin tesir etmediği bir acıyla büyüyüveriyor ve
hissetmeye başlıyor kişi; dünyanın saatte bilmem kaç kilometre hız ile
dönüşünü. Duyuyor bütün atılan çığlıkları ve o çığlıklar ile kahkahaların dans
etmesiyle oluşan ve “leş kokan” uğultuyu. Lüks bir arabanın makam koltuğunda
gideceğini düşündüğü hayat yolunda, güzergâhından pek de emin olamadığı tıka
basa dolu bir otobüse kaçak binmiş-aslında bindirilmiş- balık istifi ayakta
giderken buluyor kendisini. Tek tesellisi iki ayaklı olması oluyor, dört ayaklı
olsa üst üste bindirileceğini düşünerek. Bir yandan ne zaman yakalanıp dışarı
atılacağım korkusu varken, bir yandan da küçük de olsa kalkacak bir yolcunun
ısıttığı koltuğun görece rahatlık hayali filizleniyor içinde ama gerçek şu ki ayaktakilerden
gözlerini kaçıran hiç kimse yumuşak yerlerinden bir an olsun ayrılmıyor.
Rahatsız edici bir
tempoda ilerlerken otobüs; içeride de
aynı derece tuhaf sessizlik var. Duyulan bir sessizlik. -Duyulur mu yahu
sessizlik?- Anlatması zor da olsa insan onu bir kere algılayınca o sesten ebediyen
kurtulamıyor. Sağır edici bu ses”sizlik” varken yolcular arasında, herkes
buğulu camlardan dışarıyı gözleme derdinde. Acı gerçek şu ki dışarıda görülecek
bir sokak lambası dahi yok . Kimse karanlığa bakan pencerelerden bir şey göremiyor
ve kimse yaşlılara yer vermiyor. Tıpkı kimsenin soğuk kış akşamlarında, ayağına
çorap giymediği gibi annesinin tembihlemesine rağmen… Atlet de giymiyor hiç kimse içine oysaki şehir
soğuk, hayat soğuk, insanlar soğuk… Her şey daha güzel olacaktı belki atletle, Atlet
giymedik diye geldi başımıza belki de tüm bunlar. Ahh annem keşke dinleseydim
sözünü…
İmdat kolunu çekebilsek otobüsün keşke, hem de sebepsiz yere… Sebepsiz yere ilkyardım çekici
ile camlara vursak korkutucu bir gülümseme eşliğinde… Son istasyona gelmeden” kaptan orta kapı!”
diye bağırabilsek arkadan, kendinden emin ve cesur bir sesle, cesurca
delirebilsek; hala vakit varken..!
Heyhat! Delirmek bile çok görülmüş bize…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder