Bir soru: Çok sevdiğiniz birisi öldü mü?
Ekseri cevap: Evet.
Çünkü hayat bize verdiklerini bizde bırakmayacağını içimize aldığımız havayı dışa vermek zorunda bırakarak gösteriyor. Diyeceğim o ki ölüm hak. Ömür değil ama ölüm ayetle sabit!
Kısa bir varsayım:
Öldünüz. Şimdi. Bu yazıyı okurken. Belki de ölmek isteyeceğiniz en son yer bir blogda paylaşılan alelade bir yazıyı okuduğunuz bilgisayar başıdır. Hiç değilse benim öyle. İnsan karşı tarafı hafife alan bir kelime geçince estağfurullah diyerek “samimiyetini!” bile gösteremiyor.
Velhasıl. Ritüeller malum. Ambulansta ağlayan sızlayanlar eşliğinde, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayan bir ceset. Soğuk bir oda. Yıkandınız. Namazınız kılındı. Çok sevdiğiniz, yerlere göklere sığdıramadığınız insanlar en hızlı olmak kaydıyla üstünüze kürek kürek toprak atıldı, “canım” dedikleriniz yedi kat yabancıdan 15 dakika daha fazla kaldı, evlere dağılındı. Helva, lokum... 1 hafta her sabah geldiler (ki inşallah!). Sonra dünya meşgalesi zaman geçti, herkes kendi telaşesine daldı. Rüyalara daha nadir uğrar oldunuz.
Yine varsayalım ki sene-i devriyeniz yaklaşmış, siz de onlar kadar üzgün, siz de onlar kadar bitmiş haldesiniz bunu da tüm kemiklerinizle(!) hissediyorsunuz.
Ve bir mucize!
Seçildiniz! Yaşarken yaptığınız bir hayır size kefalet oldu, dünyaya tekrar gönderileceksiniz. Hem de aynı yaş, aynı bedenle. Ve hatta ölmeden önceki en şık kıyafetlerinizle.
Diriltirdiniz. Öğlen vakti. Koşa koşa en sevdiklerinizin yanına gittiniz. Şaşıracaklar, sevinecekler, ve hatta boynunuza atlayacaklar. Öyle hayal ediyorsunuz çünkü onlarsız çok gün doğdu ve battı üstünüze. Heyecandan tekrar ölmemek için kendinizi güç bela sakinleştirdiniz ve zile bastınız. Bir destan olacak hikayeniz. Haberlere çıkacaksınız. Kapı açıldı. Vee...
Söyleyeyim mi olacakları? Öyle çocuk kitaplarındaki gibi mutlu bir son beklemiyor sizi. Kapıyı açan bir yabancı. Parkesinden fayansına özenle döşediğiniz ev mirasçılarınız tarafından yarı fiyatına satılmış. Bayıla bayıla aldığınız aksesuarlar aşağıda kömürlükte yırtık leğenin yanında. Telefonlarından arayıp buluyorsunuz “canlarınızı” bir şekilde. Şaşırıyorlar evet yalan yok bir nebze de sevinç. Ama yüzlerinde bir ifade şimdi ne olacak? Sizsiz bir şekilde düzenledikleri hayatlarında şimdi ne olacak? Yapılan planlar, bir eksik yaptırılan rezervasyonlar, satılan, atılan, dağıtılan kişisel eşyalar. İşin acı tarafı size ihanet etmiş de olmuyorlar, çünkü ölüydünüz! Ölüler yutabilir mi, bunu yutabilir misiniz?
Arkanızdan her namaz sonrası dua eden o insanlar yerinize çoktan başkalarını sevmiş, çoktan en keyifli çayı onlarla içmiş, en komik hikayelerini onlara anlatmış, pek çok anı biriktirmişler. En yakın arkadaşım dediğiniz insanın, şimdi başka bir en yakın arkadaşı var. İkinci en yakın arkadaş olamayı yutabilecek misiniz; sırf oksijen solumak için?
Ya da bir ölü olarak kullanmaya kıyamadığınız gömleğinizin cam bezi olmasını yutabilir misiniz?
Bir ipucu: Yutamazsınız!
Nasıl ki “Kitap’ta” geçiyor: Zalim olarak ölen birisi “Ne olur beni dünyaya geri gönder” diye yalvaracak Rabb’ine, bu haletiruhiye içerisinde diriyseniz de tüm canlılık belirtisi taşıyan hücrelerinizle ölmeyi dileyeceksiniz. Tekrar bu dünyada dirilme fikri; emin olun ki ölü kalma fikrinden çok daha “can yakıcı”.