25 Temmuz 2016 Pazartesi

Ehemmiyetsizleştiremeyeceksiniz!


Nereden başlamalı söze? 15 Temmuz 2016 gecesi bizim kuşağımız ne yazık ki hayatının ilk “canlı darbe girişimine” şahit oldu. Hani şu meşhur, her sosyal bilimcinin tezine konu olan; teknolojinin kucağına doğan ve aslında pek de siyasi olay görmeyen kuşak. Öncelikle bu hain girişimde şehit düşen kardeşlerimize rahmet, gazilerimize acil şifalar, meydanlarda olan herkese de minnetlerimizi iletiyoruz.
Burada son günlerde şahit olduğumuz, kutlu direnişin tahlilini yapmak haddime değil. Hali hazırda bütün basın yayın organları halka canlı bir şekilde tüm olanları zaten aktarıyor.
Darbenin hainliği, bunu yapmaya teşebbüs eden paralel yapının devlet ve millet düşmanlığı, şahsıma göre zaten tartışmaya açık olmayan konular olduğundan, malum terörist yapılanma ve kalkışmaya bu yazıda değinmeyeceğim.
Benim geçen 10 gün hakkında söyleyeceklerim ise toplumun belli bir kesiminin yakalanmış olduğu feci hastalık: Ehemmiyetsizleştirme!
-Şu başarıyı kazanmışız. -             Aman canım onu herkes kazanıyor!
-Şirketi şu seviyelere getirmiş.  – Yahu zaten öyle olacağı kesindi.
-Ekonomi iyileşiyor.        -Dünyada da öyle!
-Hastalık varmış, öldürüyormuş herkesi.              – Bize bişey olmaz.
-Adam konuşma sırasında vuruldu.        – Kesin oyunu arttırıyor.
-İdam edildi.      -Dublörüdür o!
-Darbe varmış. –Yok yok, tiyatrodur! Hep bu başkanlık!

E yuh!
Seven filminde geçen bir diyalog der ki:” İnsanların dikkatini çekmek için onların omuzlarına dokunmamız artık yeterli değil. Onlara bir balyozla vurmamız gerekiyor.” Ne yazık ki ülkemiz “aydınları” için bu seviyeyi de çoktan geride bıraktığımızı görüyoruz. Tank namluları ve savaş uçakları dahi onları içerisinde yaşadıkları, her birinin kendi dünyasının ilahı olduğu dünyalarından çıkarıp “dış dünyayı” bir tiyatro olarak okumaktan öteye götüremiyor.
Çünkü bu zatlar, İstanbul’un fethinden sonra Bizans’ın zayıflığını öne çıkaran, Yavuz’un kazanımlarını dönemin siyasi boşluğuna bağlayan, Abdulhamit’in toprak vermeden ülkeyi yönetişini “korkaklık” ile betimleyip, Milli Mücadele için ise Paris’teki sohbetlerinde: “Efendim, Batı’da tam gücüyle saldırmamıştı ki!” demekten çekinmeyenlerin torunları.
Seyit Onbaşı’nın mermisinin boş olduğunu iddia eden, Conk Bayırı’nı tiye alan, bu ülke ne zaman herhangi bir alanda ayağa kalksa; bunu hemen bir tesadüfe bağlayanların çocukları.
Hep bir açıklamaları, hep bir büyük oyunu görme başarıları var.
Zira hainlik bu “gözlemcilerin” tohumunda var!
Yani demek istiyorum ki: Bu küçümseme, bu basitleştirme çabası ne ilktir, ne de son olacak.
Moral bozmak, beise düşmek yok!
Biz hainlere rağmen, ay yıldızlı al bayrağımızı hep gönderde tutmak için, yeri gelecek ona sarılıp meydanlara ineceğiz, yeri gelecek onun gölgesinde nefesleneceğiz ve yeri gelecek şehadet şerbeti içip, bayrağımızla beraber toprağın altına gireceğiz.
Anlamayabilirsiniz, anlamanızı da beklemiyoruz. Bu millet 15 Temmuz gecesi demokrasisine, cumhurbaşkanına, başbakanına, namusuna, şerefine, vatanına, bayrağına, ezanına sahip çıktı. 300’e yakın şehit, yüzlerce yaralı toplumun etnik ve siyasi her kesiminden aynı ses yükseldi; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!”
Duymamış olabilir, ya da duymak istemeyebilirsiniz! Ama ehemmiyetsizleştiremeyeceksiniz!
Buna izin vermedik, vermeyeceğiz!
Ne demişti Milli Şairimiz:
Âsım'ın nesli...diyordum ya...Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!

Şehitlerimizin ruhu için, El-Fatiha…