Kelimelere anlam yüklemenin dışında yaptığı bir şey vardır
bebeklerin: İnsanlara anlam yüklemek.
Bilmediği bir soru karşısında ilk döndüğü, bebeğin en
güvendiğidir. Kaç yaşındasın? Sorusuna cevap bulamadığında baktığı ilk kişi,
aslında onun o küçük dünyasında hem dostu hem sırdaşı hem de yoldaşıdır.
Yıllar geçtikte biraz kırıla kırıla, bu huyundan vazgeçse de
insan bir içgüdü gereği en zor anlarında hep bir başkasına döner. Yaşın kaç sorusu gider de yerine; çok daha
ciddi, çok daha bürokratik ve yanlış cevap verilmesi halinde başına işler
açabilecek sorular sorulduğunda da döndüğü yüz yine onu, o ruh halinden
kurtaracağına en çok inandığıdır.
Günlük hayatta o kadar çok, ama o kadar çok insana maruz
kalıyoruz ki. Bundan 200 sene önce yaşayan bir insanın hayatı boyunca gördüğü
kadar insanı biz; şehir merkezlerinde 5 dakikada görüyoruz.
Peki onlarla ilişkilerimiz?
Onların bizimle ilişkileri?
Önemli mi? Onlar bizim için ne kadar ikame edilemez ve biz ne
derece ikame edilemez durumdayız?!
Şunu içtenlikle söylemek mümkün ki; sıkıntı anında o bakışı atamayacağımız
ve onların sıkıntısında o bakışı ve o bakışın sorumluluğunu karşılamayacağımız
her insan hayatımızda birer dekor sadece.
Ve yine biz de birer dekordan ibaretiz.
Eve geldiğimizde ne işe yaradığını bilmediğimiz halde
yıllarca orada duran gümüşlük gibi. Sadece bir göz alışkanlığı... Onun yok
oluşuna gözümüz alışana kadar canımız sıkılacak, belki de yerine bir TV ünitesi
ile her şey hallolacak!
Mesela rehbere şöyle bir göz attığınızda, olası bir trafik
kazasında sabahın 4’ünde arayamayacaklarınız sadece birer numaralar dizisinden
ibaretler. Ve siz de aynı şekilde kim için öyle değilseniz sadece sıralanmış 11
numaradan ibaretsiniz.
Herkesle çok samimi olmak, herkesle kardeş olmak, herkesle
sırdaş olmaktan bahsetmiyorum zaten mümkün de değil böyle bir şey. Bu
anlattığım daha çok “kardeş” denilenler ile ilgili samimiyette.
Yaşın kaç diye sorulduğunda ilk döndüklerinde.
Bebeklerde ki saflık
ve onlarda ki samimiyetle…
Asıl can alıcı nokta ise, o bakışı, o güveni boşa
çıkarmamak. Yaşını ne bir eksik ne bir fazla söylememek “bebeğe”, yahut bildiği
halde umursamazlıktan gelmemek.
Belki de tutunacak son dalı olduğunuz insanlar için, başka
seçenekleri vardır diyerek arkanızı dönüp gitmemek.
Çünkü o bakış ve o hissiyat öyle narin öyle narin bir
duygudur ki; kırıldığı yerden bir daha kaynamaz…
Bu yüzden “yaşını size soran” çaresiz insanları geri
çevirmeyip, “yaşınızı sorduğunuz” insanların bol olması dileği belki de hayatta
toplumsal ilişkiler bakımından edilebilecek en büyük dua…
Ne denir ki?
Böylelerine sahipler belki de dünya üzerinde en şanlıları…
Allah kimseyi gecenin bir yarısı arayan dostlardan mahrum
bırakmasın…